KÜLTÜR-SANAT RÖPORTAJ 

‘ASLINDA HEPİMİZ KENDİ BAHARINI BEKLEYEN ÇİÇEKLER GİBİYİZ…’

RÖPORTAJ – ZEKERİYA ÜNAL

30’uncu Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali sona erdi. Festival kapsamında yerli ve yabancı birçok film, Adanalı sinemaseverlerle buluşurken Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması kategorisinde Umut Subaşı’nın yönettiği ‘Sanki Her Şey Biraz Felaket’ adlı eser ‘En İyi Film’ seçildi. Altın Koza’da, 76’ncı Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’a ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülü kazandıran Nuri Bilge Ceylan imzalı ‘Kuru Otlar Üstüne’ filminin Türkiye prömiyeri de yapıldı. Türk sinema seyircisinin merakla beklediği film, aynı anda 7 farklı salonda gösterilirken filmden elde edilen bilet geliri ‘İhtiyaç Haritası’ aracılığıyla deprem bölgesine gönderildi.

Doğunun uzak bir kasabasında mecburi hizmetini yapan, kendini bir köşede unutulmuş “kuru otlar” gibi hisseden resim öğretmeni Samet’in hikâyesi üzerinden, genç ve yalnız insanların hüzünlü öyküsüne odaklanan filmin başrol oyuncusu Deniz Celiloğlu ile buluştuk ve canlandırdığı Samet karakteri özelinden ‘Kuru Otlar Üstüne’yi konuştuk. Son Baskı yazarı Zekeriya Ünal’ın sorularını yanıtlayan Deniz Celiloğlu, Samet’i küskün ve yaralı çocuklara benzettiğini söylüyor. Celiloğlu, “Samet’in hâlâ umudu var ama hayat onu o kadar yormuş ki yorgunluktan başka bir çaresi kalmamış. O yüzden ‘umut etmenin yorgunluğu’ndan söz ediyor. Kendi baharını bekleyen bir çiçek gibi… Aslında hepimiz öyle değil miyiz?” diyor.

Deniz Celiloğlu, Samet karakterine nasıl hazırlandığı hakkında ise şunları söylüyor:

İlk defa kendimden başka bir insanı, bir karakteri bu kadar derinlemesine inceleme şansı geçti elime Samet’le birlikte. Bir insanı tanıma dediğimiz şey bir sınıra, mesafeye kadardır. Samet’le yaşadığım belki sadece sevgililerin ya da çocukla annesinin yaşayabileceği bir hemhal olma durumuydu. Benim ilk defa sınırları aşıp daha derinine nüfuz edebildiğim bir karakterdi Samet. O kadar çok bağ kurdum ki o artık benim için bir senaryo karakteri değil gerçek bir insandı. Samet’in özelliklerini kendime eklemek zorundaydım; çünkü onu oynayacaktım. Kendi özelliklerimi de ona eklemek zorundaydım; çünkü onu ben canlandıracaktım. Öyle de oldu. Samet’ten çok şey öğrendim. O da benden çok şey öğrendi.

İşte, Zekeriya Ünal’ın soruları ve Deniz Celiloğlu’nun verdiği cevaplar:

Zekeriya Ünal – Deniz Celiloğlu

‘KANIT’IN TEKRARLARI HÂLÂ YAYINLANIYOR VE HÂLÂ İZLENİYOR…’

– Deniz Celiloğlu’nun oyunculuk serüveni nasıl başladı?

Oyunculuk dünyam daha ben ortaokuldayken başlıyor. Okul tiyatrosuyla. On iki yaşındayım. Bitene kadar, yani on sekizime kadar okul tiyatrosunda oynadıktan sonra “Tamam,” dedim, “ben buradan devam edeceğim. Oyunculuk yapacağım.” Tabii, üniversite sınavına da hazırlanmak gerekiyor, bir şekilde eğitimi garantiye almak gerekiyor. Yetenek sınavıyla girilen bir bölüm konservatuvar. Kazanamayıp açıkta kalma riski var. Tiyatro olmazsa da yine benzer bir şeyi, edebiyat okumayı kafama koymuştum. Çünkü okuma ve yazmayla ilgili, tiyatroyla birlikte büyüttüğüm o heyecanı hep taşıdım. Ama konservatuvar oldu, Mimar Sinan’a başladım. Dört senelik eğitimden sonra son senemde tiyatroya başladım Akbank Sanat Genç Kuşak Tiyatro’da. Peş peşe oldu; hem tiyatro hem dizi hem de sinema. İki sene sonra ‘Kanıt’ dizisi ve yine o dönemlerde ilk sinema filmim ‘Ev’ oldu. Hepsi başroldü. Sektörün hareketinin içine çok çabuk girdim. İkisi de benim için çok belirleyici projeler oldu, özellikle de ‘Kanıt’. Beni bütün ülkeye tanıtan dizi o oldu. Üstünden on iki sene geçmesine rağmen hâlâ tekrarları yayınlanmaya devam ediyor. Hâlâ da izleniyor. Şanslıydım. Hâlâ kendi yeteneğimi sorguladığım zamanlardı. “Tamam, ben şimdi Kanıt’a girdim; ama şans mı oldu bu? İlk filmimizi çektik; ama devamı gelecek mi?” diye düşünüyordum. İlk sekiz veya on sene “Hâlâ şans mı yoksa yetenek mi? Bu performans devam edecek mi?” diye düşünüyordum. Gele gele buraya kadar geldik. Yani Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Kuru Otlar Üstüne’ filminde “Artık tamam,” dedim, “şans bir yere kadar devam etmiş ama ben de hayatın bana verdiği o şansı kendi adıma omuzlayabilmişim, kendi üstüme düşeni yapabilmişim” diye düşündüm. Adana’daki Türkiye prömiyerinde de “Başardık” dedim. Hem oyunculuk serüvenimin geldiği nokta için hem de bu film için. İki buçuk senedir tam olarak bugünü bekledim. Türk seyircisi ne düşünecek, ne hissedecek, oyunculuğumu beğenecekler mi diye merak ettim.

– Deniz Celiloğlu –

‘PANDEMİ DÖNEMİYLE BAŞLAYAN SÜREÇ…’

– ‘Kuru Otlar Üstüne’ filmi için Nuri Bilge Ceylan ile yollarınız nasıl kesişti?

Yönetmenler roller için genellikle oyuncu seçmeleri açarlar. Nuri Bilge Ceylan’ın bu filmde cast direktörlüğünü yapan Pınar Gök’e çok şey borçluyum. Hikâyeyi okuyup, Samet’i tanıyıp “Bu tam ‘Deniz’lik bir rol” diyen ilk odur çünkü. Bana telefonla ulaşıp “Deniz, ben Nuri Bilge’nin cast direktörlüğünü yapıyorum, filmde böyle bir rol var, kafamda sen canlandın” dedi. O sıralar pandemi zamanıydı, 2020’nin Mart’ı, daha yeni kapanmışız. Hemen heyecanlandım tabii ki. Seçme metnini gönderdi bana. Senaryonun bir bölümü de olsa ben okur okumaz o karakterin derinliğini, oradaki hikâyenin nasıl olabileceğini kafamda canlandırdım ve çok heyecanlandım. Senaryoyu başından sonuna kadar okuduğumda ise kendimi çıplak hissettim. Samet’in iç dünyasında o kadar bana benzeyen çatışmalar vardı ki… Ama bir o kadar da benzemiyordu. Deneyimlerimiz, isteklerimiz, arzularımız hiç benzemiyordu. Madalyonun iki yüzü gibiydik yani. Bir yazar, bir senarist sanki beni analiz etmiş de yazmış gibi hissettim. Nuri Bilge Ceylan ona ulaştırılan deneme çekimlerini izlemiş, beğenmiş, “Deniz’le çalışmak istiyoruz” demiş. Bana ulaştılar ve sonra bir araya geldik.

– Nuri Bilge Ceylan ile çalışmak nasıldı?

Çok güzeldi. Onun yarattığı sinemanın derinliğiyle oyunculuk yapmak, bir oyuncu olarak benim için gerçekten paha biçilmezdi. Tüm set süreci, hazırlık aşaması, onunla sette geçirdiğim zaman okul gibiydi benim için. Benim ikinci ivmemi başlatan proje oldu diyebilirim ‘Kuru Otlar Üstüne’ için. Sanki bu filmle birlikte bir devir kapanıp bir devir açıldı oyunculuğa ve sinemaya bakışımda. Bana bu geçişi yarattı.

– Zekeriya Ünal –

‘SAMET’TEN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM…’

– Filminde canlandırdığınız Samet karakteri için ne düşünüyorsunuz? Samet karakteriyle benzeştiğiniz ya da ayrıştığınız yönler hangileri?

İlk defa kendimden başka bir insanı, bir karakteri bu kadar derinlemesine inceleme şansı geçti elime Samet’le birlikte. Bir insanı tanıma dediğimiz şey bir sınıra, mesafeye kadardır. Samet’le yaşadığım belki sadece sevgililerin ya da çocukla annesinin yaşayabileceği bir hemhal olma durumuydu. Benim ilk defa sınırları aşıp daha derinine nüfuz edebildiğim bir karakterdi Samet. O kadar çok bağ kurdum ki o artık benim için bir senaryo karakteri değil gerçek bir insandı. Samet’in özelliklerini kendime eklemek zorundaydım; çünkü onu oynayacaktım. Kendi özelliklerimi de ona eklemek zorundaydım; çünkü onu ben canlandıracaktım. Öyle de oldu. Samet’ten çok şey öğrendim. O da benden çok şey öğrendi.

– Samet karakterine nasıl hazırlandınız?

Yedi aya yakın bir hazırlanma sürecim oldu. Senaryo bana 2020’nin Haziran ayında geldi, biz çekimlere 2021’in Ocak ayında başladık. Senaryoyla uzun süre vakit geçirme şansım oldu, bu çok değerliydi. Defalarca okudum, üzerine düşündüm. Başka okumalar ve izlemeler yaptım. Diyaloglar çok uzun olduğu için ezberlemem de gerekiyordu. Sete çıkmadan önce tüm sahneleri ezberlemek durumundaydım. Sete çıktıktan sonra geri dönüp tekrar ezber yapma şansım yoktu.

‘SAMET’İ KÜSKÜN VE YARALANMIŞ ÇOCUKLARA BENZETİYORUM…’

– Filmin adının çağrışımıyla sormak istiyorum: Yaşadığımız coğrafyada “ot gibi kuruyup gitmemek için” Deniz Celiloğlu ne yapardı? Samet gibi çekip gitmeyi mi düşünürdü, yoksa Nuray gibi kalıp mücadele etmeyi mi?

Ben karşıma çıkan hayatı olabildiğince hakkaniyetli bir şekilde yaşamaya çalışıyorum. Deniz olarak benim de zorlandığım, anlam veremediğim, cesaretimin kırıldığı, bazen tam tersine kendimi cesur hissettiğim, umutlandığım anlar var. Elimden geleni yapmaya çalışırdım ki zaten yapıyorum. Filmde Samet’in kullandığı “umut etmenin yorgunluğu” diye bir ifade var. Ben Samet kadar karamsar değilim. Samet’in de o kadar karamsar olduğunu düşünmüyorum. Bakmayın öyle söylediğine, içinde bir umut var. Küskün ve yaralanmış çocuklara benzetiyorum Samet’i. Hâlâ umudu var ama hayat onu o kadar yormuş ki yorgunluktan başka bir çaresi kalmamış. Kendi baharını yaşamayı bekleyen bir çiçek gibi… Ben hiçbir şeyi “Şu öyledir, şu anlama gelir” diye çerçevelemiyorum.

‘İNSANLAR İÇLERİNDEKİ GERÇEK KARANLIKLA YÜZLEŞMEMEK İÇİN SUÇU ATACAKLARI BİRİNİ ARIYORLAR…’

– Peki, “Korkularımızla, zaaflarımızla hepimiz biraz Samet’iz” diyebilir miyiz?

Kesinlikle diyebiliriz. Samet habis, kötü bir karakter değil. Ben insanlara öyle bakmıyorum. Samet’in bu konuda yargılanmasından da hoşlanmıyorum. Bence insanlar içlerindeki gerçek karanlıkla yüzleşmemek için hemen suçu atacakları birini arıyorlar. Hikâyelerde, romanlarda, filmlerde böyle birini bulduklarında kendi içlerini rahatlatıyorlar. Sanki Samet’in içindekiler bizim içimizde gerçekten yokmuşçasına “Samet ne kadar kötü bir insan” diyorlar. Bazı diziler, filmler, romanlar bazı karakterleri bize çok köşeli olarak tanıtıyorlar. Bu yüzden biz de hemen öyle zannediyoruz. Ben bir oyuncu olarak oynayacağım bir karakteri “Bu kötü bir karakter” diyerek oynayamam. Yoksa ben onu nasıl gerçek kılabilirim ki? Örneğin Hamlet’in amcasını oynayan bir oyuncu, ona kötü bir karakter olarak yaklaşamaz. Ben karakterime evladım gibi yaklaşırım. O ne yaparsa yapsın ben onu anlamaya ve sevmeye çalışırım.

Kuru Otlar Üstüne, Samet

– Cannes Film Festivali’nde Merve Dizdar’ın ‘En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü alması hakkında ne düşünüyorsunuz? “Ben de ‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü almalıydım ya da alsaydım” dediğiniz oldu mu?

‘En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü almayı elbette çok istedim. Ama almış kadar da oldum zaten. Merve’ye gelen tebriklerin bir kısmı banadır, bana gelen tebriklerin bir kısmı Merve’yedir. Çünkü hep beraber yaptığımız bir işti. Merve’nin ödülü almasına çok sevindim, Çok mutlu oldum.

‘OYUNCULUK AKSİYON DEĞİL REAKSİYONDUR…’

– Merve Dizdar’la oynamak nasıldı? Nasıl hazırlandınız? Özellikle masa başında karşılıklı oturduğunuz sahnede?

Çok sağlam bir ezber yapmamız gerekti, onu yaptık önce. Ezberi çok önceleyen bir sahneydi o. İkimiz de evlerimizde çalıştık. Çekimlerden önce herhangi bir prova aşaması geçirmedik. Ama zaten Nuri Bilge Hoca o kadar uzun, arka arkaya çekimler aldı ki prova yapmış gibi olduk. Merve karşılıklı paslaşması çok zevkli, çok zengin bir oyuncu… Oyunculuk aksiyon değil reaksiyondur aslında. Partneriniz ne kadar iyiyse ve karşılıklı uyumunuz ne kadar üst seviyeyse oyuncuya da o kadar sirayet eder. Sadece Merve değil, bütün diğer oyuncularla aynı uyumu sağlayabilmemiz filmin bu kadar iyi olmasında başat faktör zaten.

‘Kuru Otlar Üstüne’ filminin başrol oyuncusu Deniz Celiloğlu, Son Baskı yazarı Zekeriya Ünal’ın sorularını yanıtladı.

– Samet, filmin orta yerinde neden setin dışına çıktı? Çıktığında neden aynaya baktı ve neden hap içti? Bunun cevabını Nuri Bilge Ceylan verdi. Bir de sizden dinlemek isteriz.

Açıkçası bilmiyorum. Ben filmlere bu şekilde bakmıyorum; çünkü akılla değil duyguyla izliyorum. Eğer tarif yaparsam o duygunun büyüsü bozuluyor bende. Bu sorunun bende bir cevabı yok, cevabı seyircilere bırakıyorum. Ama sahneyi çok sevdim. Bana izleme anında yeni bir kapı açan bir sahneydi.

‘TAŞRA SIKINTISI DEĞİL VAR OLMANIN SIKINTISI…’

– Film çekimi için taşraya gittiğinizde Samet’in yaşadığı taşra sıkıntısını Deniz Celiloğlu olarak siz de yaşadınız mı?

Hayır, yaşayamam. Çünkü ben Samet’in gerçekliği içinde değilim. Benim yaşadığım şey çekimlerin sıkıntısı, buhranı, zorlukları oldu. Herkesin içinde adını koyamadığı bir boşluk vardır. Bence var olmanın kendisinin sıkıntısıdır bu. “Ben bu varlıkla ne yapacağım?” sorusunun verdiği sıkıntıdır. O insanı ister taşranın göbeğine koy, ister şehrin keşmekeşine koy, ister dört duvarın arasına koy; sıkıntısını gidermek için çevresindeki olanakları kullanabilme cesaretini gösterebilmek bambaşka bir konudur. Orada coğrafyanın kader oluşu başlar. Bazen imkânlar bol ve zengin olabilir, bazen olamaz. O yola çıkıp varoluş sıkıntısını anlamlandırmak isteyen insan her şeyi kullanabilir.

‘ÇEKİMLERDE SOĞUĞU UNUTAMIYORUM…’

– Film çekimlerinde unutamadığınız anlar oldu mu?

İlk çekim günü heyecanlı bir şekilde sabah saat beş gibi yola çıktık. On kilometre kadar yolumuz vardı, her yer kardı. Biz, güneşin ilk ışıklarını bekliyorduk. Çekim alanına vardık ama donduğumuzun farkına varamadan kendimizi bir akıl tutulmasında bulduk. İnsanlar sağa sola gidip geliyordu ama kimse ne yapacağını bilemiyordu. Kafalarımız dondu, sinir uçlarımız dondu, o kadar soğuktu hava. O ilk şoku atlattıktan sonra arabaların içine girip bir müddet daha bekleme kararı aldık. En azından güneş ortaya çıkıp bizi ısıtana kadar… Hava eksi otuz beş dereceydi. Çekimleri Erzurum’un Karayazı adlı ilçesinde yaptık. Orası Sarıkamış’tan sonra ülkenin en yüksek ikinci yerleşkesi… O soğukla başa çıkmak inanılmaz bir şeydi. Fakat eğer o ilk günkü soğuğu yaşamasaydık daha sonraki eksi yirmi dörtlere alışamazdık.

– “Meslek hayatımda zirveyi Nuri Bilge Ceylan’ın filmiyle gördüm” diyebilir misiniz?

Zirve gibi değildi ama önemli anlardan biriydi diyebilirim. Hiçbir şeyi zirve olarak adlandıramam, zirvenin peşinde değilim çünkü. Herhangi bir şeyi zirve diye adlandırırsak bundan sonra nasıl mutlu olabiliriz ki? Düşünsenize, bir kere zirveyi tattığınızı hayal ederseniz mutsuzluğun resmini çizmeye başlamış olursunuz. Ama hayatımdaki çok değerli ve önemli anlardan bir tanesiydi bu film.

– Deniz Celiloğlu’nun bundan sonraki hedeflerinde neler var?

Ben biraz hikâye ve karakter yaratmak üzerine düşünmek istiyorum artık. Zaten o çabaya da girdim. Umarım yakın zamanda bir senaryo hazırlayıp sinemanın diğer tarafının tadını yaşayabilirim.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar